14 Temmuz 2010 Çarşamba

Kokteyl havasında konser

Dün akşam Ortaköy'de, Esma Sultan Yalısında, İstanbul Caz Festivali kapsamında Lisa Ekdahl konseri vardı. Trompetçilere, ama özellikle de kadın vokalistlere olan zaafım sonucu huzurla, sevinçle gittiğim bir konser oldu; peki, dönüşüm muhteşem miydi?

Güzellikler de vardı kuşkusuz (esintili hava, yalının manzarası, buzlu votka, hepsinden önemlisi Lisa Ekdahl), ama konser öncesi çevremizi saran uğultunun (konuşmalar, gülüşmeler, haha'lar hihi'ler vs) konser başladığında kesileceğine, en azından azalacağına, duyulmaz olacağına dair ümidimin Boğaz'ın serin sularına düşeceğini tahmin etmezdim. Her konserin çıt çıkmadan, hatta kıpırdanmadan, huşu içinde dinlenmesi gerektiği taraftarı değilim, olmadım, olamam (bkz. Kulüpte Klasik Müzik), ama bir konseri kokteyl havasına sokmanın da bir anlamı yok. 

Smartphone'lar çıktı çıkalı herkes birer CEO, borsacı falan oldu sanırım; gelen mesajları, mailleri aman hemen cevaplamalı, bir buçuk iki saatlik gecikmeler olursa cirolar falan... Gerçi bunlar göz ardı edilebilir, sessizce halledilebilen şeyler, ama kesintisiz sohbetlere (hemen yanımdaki grubun örneğin Adalar'da geçirdikleri vaktin ne kadar harika olduğu, eylül ayında da bir haftalık bir kaçamağın ne kadar güzel olacağına dair konuşmaları – ama şarkı bitimlerinde coşkuyla alkışlamalarını ben de alkışladım) kulak misafiri olmak, zorla misafir edilmek insana bir noktadan sonra huzursuzluk veriyor. "O kadar para verdim, konserin her anını yakalamalıyım, kesin sesinizi biraz, şşş" benzeri bir tavra bürünmem mümkün değil, ama dün akşamki deneyimin ardından "elitist" bir yönetimi arzulamak kaçınılmaz gibi görünüyor. 

Sponsorlara, köşesinde, dergisinde, programında bahseder diye basın mensuplarına verilen açık biletlere bir sınırlama getirilmeli belki de (göz göze gelemedik ama, konserin sponsorluğunu üstlenen bankada çalışan bir arkadaşımı gördüm – aslında hakkını yiyorum, belki de gerçekten katılmak istemişti) ya da konsere beklenen rağbet gösterilmemişse de bu açık bilet uygulamasını genişletmekten kaçınmalı; sahneye adım atan sanatçının yer yer boşluklar görerek moralinin bozulacağı düşüncesiyle bu adımları atanların, aynı sanatçının kendisiyle ilgilenmeyen öbekleri fark etmesiyle de moralinin bozulabileceğini hesaba katmaları gerek ("caz kulüpte dinlenir," şiarı hatırlanırsa, caz sanatçılarının "azınlık" karşısına çıkmaktan rahatsız olmayacakları da iddia edilebilir). 

Mekân seçimi de önemli bir etmen kuşkusuz. Açıkhavada düzenlenen, "ayakta" bilet uygulamasının olduğu bir konser kolaylıkla kokteyl havasına bürünebilir (Lisa Ekdahl ağırlıkla "sakin" şarkılar söyleyen bir vokalist, ondan kendisini dinletecek, katılımı güçlendirecek "hareketli" şarkılar seçmesini beklemek olmaz), dolayısıyla Esma Sultan Yalısı, her ne kadar sahnedeki isme ve söylediği şarkılara uygun bir yermiş gibi görünse de, belki de bu konser bir kulüpte gerçekleştirilmeliydi ya da herkesin yan yana, arkalı önlü oturacağı, yani insanların çember oluşturarak koyu sohbetlere dalmalarına imkân tanımayan bir yerleşim düzenine karar verilmeliydi. 

Yalnızca bir konsere ("dün akşam caz konserindeydik...") gelmiş olmanın, festivale katılmış olmanın dayanılmaz hafifliğine kendini kaptıran ve bunu paylaşmak için yanıp tutuşanlar da vardı eminim... Onları nasıl eleyebiliriz? "Elitist"liği bu kadar da yüceltmenin anlamı yok! 

Konser izlenimlerini yukarıdakilerle sınırlamamak için: Görebildiğim ve duyabildiğim kadarıyla, Lisa Ekdahl'ın "narin" tavırlarına ve "çocuksu" sesine My Heart Belongs to Daddy ne kadar da yakıştı...   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder