16 Temmuz 2010 Cuma

Huzursuzluğun itici gücü

Deneyimler, tanıklık edilenler doğrultusunda, içinde bulunduğumuz mevsim itibariyle tatile çıkmayı planlayanların kötü bir sürprizle karşılaşmalarının her zaman olasılık dahilinde olduğunu söyleyebiliriz: Çalışmanın sıkıcı rutininden uzaklaşarak tatilin huzurlu rutinine ulaşıldığında, örneğin coğrafi yapıyı, tarihi dokuyu “katleden” bir beton yapılaşmasıyla karşılaşmak gibi... Deniz manzarasına engel oluyor diye ağaçların kesilmesi, sahil yollarının hiçbir özen gösterilmeden yalnızca arabaların hatrına genişletilmesi vb pekâlâ bir “cinayet” olarak nitelendirilebilir. O bölgeyi ikinci evi olarak görenlerin böylesi bir durumu düzeltmek adına ellerinden geleni yapmaya çalışmaları kuşkusuz doğal bir tepki olacaktır; en azından neler olduğunu, neden olduğunu öğrenmek isteği... Cinayet Çiftliği’nin başlangıcında da benzer bir olay bulunuyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk yazı taşradaki bazı uzak akrabalarının yanında geçiren ve o haftalar sırasında söz konusu köyü bir “huzur adası” olarak gören anlatıcı, gazetede okuduğu bir katliam haberi sonrası huzursuzluk hisseder. Köyünün “cinayet çiftliği”nin bulunduğu yer haline gelmesini ve orada işlenen suçu (köyün ücra bir yerindeki çiftliklerinde –aslında pek de sevilmeyen, tuhaf ve huysuz olarak nitelendirilen– yaşlı Danner, karısı, kızı, kızının iki çocuğu ve yeni hizmetçileri baltayla, zalimce katledilmişlerdir) aklından bir türlü söküp atamayınca, neler yaşandığını öğrenmek, araştırmak üzere “huzur adası”na geri döner. Sonrasında romanda anlatıcının varlığını yalnızca köyün diğer sakinleriyle olay hakkında yaptığı konuşmalarda sorular sormasıyla hissederiz. Romanda bir yandan katliam öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşananları izlerken, bir yandan da köyün diğer sakinlerinin olayla, kurbanlarla ilgili düşüncelerini takip ederiz. “Orada tanıştığım insanlar bana işlenen suçtan bahsetmeye çok hevesliydiler,” der anlatıcı, çünkü hem orayı tanıyordur ama hem de orada kalmayacak, onları dinleyip sonra gidecek biridir köyün diğer sakinleri için. Böylelikle, belki de soruşturmayı yapan polislerin dahi edinemeyecekleri ayrıntılar hakkında bilgi sahibi oluruz.
Kitabın arka kapağında Cinayet Çiftliği’nin “sadece Almanya’da 500.000 kopyanın üstünde satarak satış rekoru kırdığı” ve Deutsche Krimi ile Martin Beck ödülleri sahibi olduğu belirtilmiş. Bunun bir nedeni kuşkusuz romanın anlatımında farklı bir yolun izlenmesi ve irkiltici bir “soğukkanlı” dil kullanılmış olması, ama sanırım bir nedeni de gerçek bir olaya dayanması (bu özellikleriyle roman, akla ister istemez Truman Capote’nin Soğukkanlılıkla isimli eserini getiriyor). Romandakinin aksine daha erken bir tarihte, 1922’de gerçekleşmiş ve tarihe “Hinterkaifek cinayeti” olarak geçen olayı anlatıyor aslında Andrea Maria Schenkel (Almanya tarihinin bu en muammalı cinayetinin filmlere de konu olduğunu ekleyelim).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder