
Yaşar Çabuklu’nun Toplumsalın Sınırında Beden (Kanat Kitap, 2004) isimli kitabındaki “Katıların Mekaniğinden Akışkanların Anarşisine” başlıklı denemesi, bu konuda yol gösterici olabilir. Şunları söylüyor Çabuklu: “Modern Batılı eril beden sert, kapalı, katı, kuru, diğer insanların bedenlerine mesafeli, kendi sınırlarını denetleyen bir bedendir. [Deborah Lupton] (…) Eril söylem, kadın bedenini denetlenemeyen, kabına sığmayan, güzergâhı önceden kestirilemeyen tehlikeli bir akışkanlar alanı olarak tanımlar ve bu ‘türbülansı’, ‘taşkınlığı’ katılara ait prensiplerle sınırlandırmaya çalışır. Bu söylem içinde kadın bedeni yumuşak, geçirgen, sızıntı ve akıntı yapan, dış dünya ile arasına net sınırlar çizememiş bir beden olarak görür.” (Burada, “akışkanlık” temelinde bir anlatım söz konusu, ama benzer bir “sınırsızlık”, “katı olmama hali” yukarıda bahsedilen reklamlardan da yansıyordu sanki.) Bunun şöyle bir sakıncası var: Geçmiş dönemlerde bu düşünceler, kadınların toplumsal anlamda da belirli “sınırlar” dahilinde tutulmaları gerekliliğinin dayanaklarından biri olarak öne sürülmüş. Bahsedilen reklamlarda bu düşüncenin ön plana çıkarılmak istendiğini söylemek ne kadar mümkün? Böyle olmadığını kabul ediyorsak da, acaba bunlar, bilinçaltlarımızda bu tip düşüncelerin varlıklarını halen sürdürdüğüne mi işaret ediyor? Kadınlar adına huzursuzum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder